Pages

Ads 468x60px

Sample text

Featured Posts

4 Ocak 2013 Cuma

Bir İnsan-ı Kâmil Olarak Hz. Fatıma (sa)




İmam Humeyni insan-ı kamili şöyle tanımlamaktadır: “İnsan-ı kâmil Hakk’ı gösteren ve Hakk’ın kendi zatını onda müşahede ettiği ayna olduğu gibi aynı zamanda bütün varlık âlemini gösteren bir aynadır.”
Yukarıdaki tarifte de görüldüğü gibi insan-ı kâmil iki boyutlu bir ayna gibidir. Bir boyutuyla ilahi isim ve sıfatların tecelli ettiği ve Hakk Teâlâ’nın kendisini onda müşahede ettiği aynay­ken diğer boyutuyla varlık âlemini, tüm vücudi sıfat ve kemalleri yansıtan bir aynadır.
Bu bağlamda yaratılmışların en kâmil insanları on dört masumlardır, İmam Mehdi’nin (a.f.) elimize ulaşan duasında şöyle buyrulmakta: “Allah’ım! Onlar senin emirlerinin sahip­leri, sırlarının eminleri, emirlerinin müjdeleyicileri ve kudretini öven kimselerdir. Sen onları kendi ayetle­rin, tevhidinin erkânı ve kelimelerinin hazi­nesi kıl­mışsın ki onlardan tek farkın onların senin kulların ve mahlûkların olmalarıdır!”
Bu çok bereketli dua hakkında tefekkür edilirse mari­fet ehlinin dile getirdiği hakikatlerin teyit edildiği, İmam Humeyni ve diğer mana ehli ekâbirin sözlerindeki sırlar açıkça görülecektir. Zira eğer bu duada tevhidin erkânı unvanıyla zikredilen insan-ı kâmilin mertebesi ile ilahi mertebenin farkı zahirde, mazharda, rububiyette ve merbubiyette olursa, âlemlerin rabbi merbub kâmilde tecelli etmiş ve O, zahir de bu tam olan mazharda zuhur etmiş olur. Dolayısıyla bu mazhar onu, sıfatlarını ve isimlerini gösterebilir ve Hakk Teala da kendisini bu mazharda müşahede edebilir.
İmkân âleminde insan-ı kâmilden daha üstün bir varlık yoktur. Zira mana ehli araştırmacıların dedikle­rine göre âlem, insan üreten bir fabrika gibidir. Zaten eğer böyle olmazsa: yani insan-ı kâmil diye tabir edilen bilfiil insan âlemde var olmazsa, yaratılış düzeni bozu­lur. Çünkü yaratılıştan gaye insanın yaratılmasıdır. Di­ğer varlıklar (cemadat, nebatat ve hayvanat) insan için yaratılmışlardır ki bu hakikati Kur’an’da da görmek mümkündür.
İslam’ın asli inançlarında yer­yüzünün Hakk’ın hüccetinden arî olmayacağı ve her zaman için Allah’ın bir hüccetinin olacağı belirtilmiştir ki bu zamanda bu makamın mesuliyetini imam Mehdi (a.f) üstlenmiştir.
Yukarıda belirtilen bu hakikatler, dini metinlerde özellikle dualarda insan-ı kâmil hakkında zikredilmiş en yüce maarifleri teşkil eder. Örneğin Cami-e Kebir Ziya­reti duasında Masum İmamlara (a.s) hitaben şöyle diyoruz: “Selam üzerinize olsun! Ey Nübüvvet Ehl-i Beyti (a.s)! Rahmet madeni, ilim hazinesi, kerametin esası, ümmet­lerin önderi, halkların rehberleri, şehirlerin sağlam er­kânı, ilahi sırların eminleri, Peygamberin dostları. Se­lam üzerinize olsun (ey) hidayet İmamları, karanlıklar­daki aydın meşaleler, akıl sahibi ve halkın sığınağı, yüce misaller, dünya ve ahiret halkı için Allah’ın hüccetleri. Selam üzeri­nize olsun (ey) marifetullahın mahalli, ilahi bere­ketin nüzul yeri, ilahi hikmetin madenleri, ilahi sırların koruyucuları. Ben şahadet ederim ki siz Raşit İmamlar, ilahi emirlerin mutii, Hakk’ın tev­hidinin er­kânı, varlık âleminin ve halkın işleri­nin nazırı, şehirler­deki ilahi nurlar olup sıratı müsta­kime hidayet ediciler­siniz… Allah işleri si­zinle başlattı sizinle bitirir, sizin vesilenizle rahmet yağmurları yağar, göklerin ve yeryü­zünün düze­nini sizinle korur, sizin vesilenizle so­runlar gideri­lir ve uygunsuzluklar ortadan kalkar, eğer iyilik­ten ve hayırdan söz açılırsa sizler bunun evveli, aslı, kaynağı, başlangıcı ve sonusunuz.”
Bunların yanı sıra dini metinlerde de insan-ı kâmil, ilahi feyzin vasıtası, yaratılışın ereksel illeti, tevhidin direği, hikmetin ve ilahi marifetin madeni ve Allah’ın varlık âlemini onunla yaratmaya başladığı ve onunla bi­tireceği gibi yüce tanımlarla karşımıza çıkıyor.
İnsan-ı kâmil ile ilgili yukarıda belirttiklerimiz sadece erkekler için geçerli değildir, Hz. Fatıma gibi en üstün kadında insan-ı kâmilin en bariz örneğidir. İbni Eb-il Hadid Nehc’ül Belağa’nın şer­hinde şöyle diyor: “İslam Peygamberinden (s.a.a), Fatma’nın (s.a) kadınların efendisi olduğu şeklinde rivayet edilen mütevatir bir hadis vardır.”
Kulların, insan-ı kâmil makamına nail olabilmelerinin sırrı şudur: İlahi hilafet makamı, insanlık makamıyla ilgilidir. Allah’ın halifesi olmanın sırrı isimleri öğrenmededir. Allah-u Teala buyuruyor ki: “Allah bütün isimleri Âdem’e öğretti.” Öğrenme ve öğretmenin mihveri insanın ruhudur. Beden ve ruhun birleşimi değildir. Zira âlim olan ruhtur ve ruhun da di­şisi yahut erkeği olmaz. Dolayısıyla ilahi isimleri derk eden ruhtur. Netice itibariyle meleklerin muallimi olan insa­nın ruhudur. Başka bir tabirle Allah’ın halifesi insanın ruhu olduğu için dişilik ve erkeklik söz konusu değildir diyebiliriz. Öyleyse insan-ı kâmil makamına ulaş­mak için erkek olmak şart olmadığı gibi kadın olmak da buna engel değildir. Bunu en açık şeklide Hz. Zehra’da görmekteyiz.
Büyük âlimlerimizden bazıları demişlerdir ki: insan-ı kâmil eğer erkek olursa tümel aklın sureti ve mazharı, eğer kadın olursa tümel nefsin sureti ve maz­harı olur. Dolayısıyla vasilerin serveri, Peygamber Efendimizin (s.a.a) sırdaşı Hz. Ali (a.s), tümel aklın sureti ve bunun kâmil mazharıdır. Âlem kadınlarının serveri Hz. Fatma (s.a) ise tümel nefsin sureti ve mazharıdır.
O, on bir Masum İmamın (a.s) annesidir. Rivayetlerde belirtildiğine göre Hz. Fatma’nın (s.a) aşırı muhabbetinden dolayı İslam Peygamberi (s.a.a) ona Ümmü Ebiha (babasının annesi) lakabını ver­miştir. Allame Hasanzade Amuli de Enfüsi tefsir esa­sınca Peygamberin (s.a.a) bu sözünün açıklamasında diyor ki: “Tümel akıl baba ve tümel nefs de anne olduğu için bütün varlık bunlardan zuhur etmişlerdir… Nurların ve faziletlerin annesi Hz. Fatma (s.a) tümel nefsin kâmil mazha­rıdır. Dolayısıyla o son Peygamber (s.a.a) olan babasının anne­sidir.”
İmam Humeyni de Hz. Fatma (s.a) hakkındaki yüce haki­katleri beyan etmekle birlikte diyor ki: “Bir insan için tasavvur edilen bütün boyutlar Hz. Fatma’da (s.a) tecelli et­miştir. O Melekuti bir kadındır. Tam anlamıyla insanlık nüshasıdır. O, âlemde insan suretinde zahir olan Melekuti bir varlıktır. Belki de bir kadın suretinde zahir olmuş ceberuti ilahi bir varlıktır… O Peygamberlerin bütün özelliklerine sahip bir kadındır. Eğer erkek ol­saydı mutlaka Peygamber olurdu. Melekuti, ilahi, ceberuti, mülki ve nasuti tecellilerin hepsi onda toplan­mıştır. Tabiat mertebesinden gayb mertebesine ve ulû­hiyette fenaya kadar tüm manalar Hz. Fatma (s.a) için hâsıl olmuştur.”
Hakeza başka bir yerde Hz. Fatma (s.a) için diyor ki: “Hz. Fatma (s.a), Ehl-i Beyt’in (a.s) iftiharı bir kadındır. O, aziz İslam’ın çehresinde parlayan güneş gibidir. Onun faziletleri is­met hanedanın ve Resulü Ekrem’in (s.a.a) sonsuz faziletlerindendir. Biri onu övmeye kalkışırsa şüphesiz bunu gereği gibi yerine getiremez. Herkes kendi idraki oranında onun hakkında Ehl-i Beyt’ten (a.s) rivayet edilen hadisleri derk etmeye çalışmıştır. Fakat yine de onun gerçek mertebesi dillendirilmemiştir.”
Muhammed Emin Sadiki

18 Aralık 2012 Salı

Hz.İmam Hasan'ın(as) Hayatı



İmam Ali ve Hz. Fatıma (aleyhima’s- selam)’ın ilk çocuğu olan İmam Hasan (a.s), hicretin üçüncü yılında Ramazan ayının on beşinci günü Medine şehrinde dünyaya geldi.[1] Künyesi “Ebu Muhammed”[2] lakapları ise “Seyyid”, “Sibt”, “Hüccet”, “Taki”, “Zeki”, “Mucteba”, “Zahid”, “Emir” ve “Veli”dir.[3]
İmam Hasan (a.s) 7 yıl Hz. Peygamber (s.a.a)’in döneminde, 30 yıl da Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s)’ın döneminde yaşamıştır.[4]
İmam Hasan (a.s), hicretin 40. yılında, Hz. Ali (a.s)’ın şahadetinden sonra , Müslümanların isteği üzerine onların önderliğini üstlenerek[5] kendi valilerini çeşitli şehirlere gönderdi.[6]
Beni Ümeyye’nin eski dönemlerden beri Beni Haşim’e karşı kini vardı, bundan dolayı hilafeti İmam Hasan’ın elinden çıkarıp kendi ellerine almak için planlar düzenlediler. Bu maksatla, Muaviye, İmam Hasan’ın hükümetinin yıkılmasına zemin hazırlamak için çeşitli şehirlere casuslar gönderdi[7] Kendisi de Irak’a ordu çıkarmak için harekete geçti.[8]
İmam Hasan (a.s), Muaviye’nin girişimlerinden haberdar olunca, ilk önce bir kaç defa Muaviye’yi uyardı. Sonra Muaviye’ye karşı koymak için büyük bir orduyla savaşa hazırlandı.
Muaviye, İmam Hasan (a.s)’ın ordusuyla karşılaşmadan önce hileye başvurdu. Muaviye İmam (a.s)’ın ordusunu, ruhi açıdan taz’if etmek için bir taraftan yalan yere İmam (a.s)’la barış yapma şayiasını dillere saldı; diğer taraftan da büyük bir para ve makam vadeleriyle İmam Hasan (a.s)’ın ordusunun komutanlarını kendi saflarına çekmeye başladı. Onlar da biri birinin ardıca Muaviye’nin ordusuna katıldılar.
İmam Hasan (a.s)’ın yaranları arasında hıyanete başvuranlar da oldu… Hazretin çadırına saldırıp o çadırı parçaladılar, abasını üzerinden kaptılar, ayağının altındaki kilimi bile çekip çıkardılar, kılıçla bacağını yaraladılar.[9]
İmam (a.s), ordusunu o şekil ve yaranlarını da perişan bir vaziyette görünce, Müslümanlar arasında bundan daha fazla ihtilaf çıkmaması ve Şiilerin öldürülmemesi için bir takım şartlarla Muaviye’nin barış teklifini kabul etti.
İbn-i Hallakan’ın naklettiğine göre, barış antlaşması, hicri 41′in Rabi’ul Evvel ayının 25′inde gerçekleşti.[10]
Barışın önemli şartları şunlardı:
1- Muaviye kendisini Emir’ul Muminin tanıtmayacaktır.[11]
2- Hz. Ali’ye sebbetmeyecektir.[12]
3- Şiilerin canı, malı ve namusu emniyette olacaktır.[13]
4- Şiilerden hak sahibinin hakkı, kendilerine verilecektir.[14]
5- Muaviye, hiçbir kimseyi kendi yerine halife tayin etmeyecektir.[15]
Barış maddelerinde de görüldüğü gibi İmam Hasan (a.s) Muaviye’yi gasip tanıtmanın yanı sıra fitne ateşini de söndürdü; o günün İslamî toplumunu dağınıklık ve yok olmaktan kurtardı ve Şiilerin hakkını korumuş oldu.
Bu barışın en büyük faydalarından biri de hakkı batıldan ayırt etmekti; ne hak batıl olarak tanındı, ne de batıl hak olarak. İmam (a.s) kendi ameliyle, Muaviye’nin batıl bir mevzide durmuş olduğunu ve hilafetin, Resulullah ( s.a.a)’in tertemiz vasilerinin hakkı olduğunu, fakat hile ve zorbalıkla yöneticilik yapmak istemediklerini halka anlattı. Bu tavır Kerbela kıyamında da takip edildi.
* * *
Barış antlaşması yapıldıktan sonra, bir grup insanlar İmam Hasan (a.s)’ın bu önemli ve hikmetli işinin önemini anlayamadıklarından dolayı onu tenkit etmeye, ona iftira bulunmaya ve ağır laflar demeğe başladılar.[16]
İmam (a.s) onların cevabında şöyle buyurdular:
“Acaba ben, Allah Teala’nın, yaratıklarına olan hücceti değil miyim?… Acaba Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi vesellem, benim ve kardeşim hakkında; “Hasan ve Hüseyin, kıyam etseler de etmeseler de İmamdırlar” diye buyurmamış mıdır?… Eğer ben bu işi yapmaz olsaydım yeryüzünde Şiilerimizden bir kişi dahi baki kalmazdı, hepsi öldürülürdü.” [17]
* * *
İmam Hasan (a.s), zahiri hilafeti Muaviye’ye bıraktıktan sonra Kufe’yi terk edip Medine’ye döndü.[18] Orada İslamî ilimleri halka öğretmek ve onu yaymakla meşgul oldu.
Ama Muaviye kendi hilelerinden vazgeçmedi; daha işinin başında barış maddelerini ayak altına aldı.[19]
Muaviye, hilafetin kendi ailesinde sürekli baki kalacağına mutmain olması için İmam Hasan’ı öldürmeyi kararlaştırdı. Şeytani planını uygulamak için dört defa İmam (a.s)’ı zehirletti.[20] Muaviye son defasında, İmam’ın eşi olan Eş’âs kızı Ca’de’nin vasıtasıyla çok tesirli bir zehirle İmam (a.s)’ı zehirletti.[21]
İmam Hasan (a.s), o kalleşçe amelin neticesinde mide kanamasına duçar oldu, rengi değişti ve o halde şöyle buyurdu: “Bir kaç kez beni zehirlediler, ama bu dördüncüsü kadar acı görmedim.” [22]
Cünade şöyle diyor:
İmam Hasan (a.s)’ın vefat etmesine sebep olan o hastalığında onun huzuruna vardım, önünde bir leğen gördüm, Muaviye’nin (la’nehullah) ona içtirdiği zehir neticesinde ağzından gelen kan pıhtılarını o leğenin içerisine atıyordu. Hazrete; “Ey mevlam! Neden kendini tedavi etmiyorsun?” dediğimde buyurdular ki: “Ölümü ne ile tedavi edeyim?” Bu sözü duyunca “İnna lillah ve inna ileyhi raciun” dedim.[23]
* * *
İmam Hasan (a.s), hicretin 50. yılında 47 yıl yaşadıktan sonra[24] o zehir neticesinde şahadete erişti… İmam (a.s)’ın mutahhar cenazesini, cenaze namazı merasiminden sonra Resulullah’ın kabrini ziyaret etmesi[25] veya orada defnetmeleri [26] için oraya doğru götürdüler.[27]
Sa’lebet bin Malik şöyle diyor:
İmam Hasan (a.s)’ın cenazesini teşyi edenler o kadar çoktu ki, bir iğne atsaydın yere düşmezdi.[28]
Beni Ümeyye bu olaydan haberdar olunca Peygamber (s.a.a)’in ciğer paresini teşyi edeceklerine ve onun mübarek na’şına saygı duyacaklarına, onun dedesinin (Peygamber’in) yanında defnedilmesine mani oldular. Aişe de bir katıra binerek onları destekledi.[29]
İbn-i Şehraşub da şöyle diyor:
İmam Hasan (a.s)’ın cenazesini ok yağmuruna tuttular, sonradan 70 ok İmam (a.s)’ın bedeninden çıkardılar.[30]
İmam Hüseyin (as), kardeşi İmam Hasan (a.s)’ın vasiyeti üzerine Beni Ümeyye ile savaşmaktan kaçındı ve İmam (a.s)’ın cenazesini Baki mezarlığına götürüp orada defnetti.[31]
İmam Hasan (a.s)’ın şahadet gününün tarihi hakkında ihtilaf vardır. Şeyh Mufid ve Kef’âmî, İmam Hasan (a.s)’ın, Sefer ayının yedisinde şahadete eriştiğini yazıyorlar.[32] Şeyh Abbasi Kummî, “Kurret’ul- Basire” risalesinde bu görüşü kabul etmiştir. İbn-i Şehraşub da Sefer ayının 28. gününü İmam Hasan (a.s)’ın şahadet günü bilmektedir.[33] Şeyh Kuleynî ve Hazzaz-i Kummî de İmam Hasan (a.s)’ın Sefer ayının sonlarında şehit olduğunu söylüyorlar.[34]
İmam Hasan (a.s)’ın on üç[35], on beş[36] veya on altı[37] çocuğu olduğunu söylemişlerdir. Onlardan bazılarının isimleri şunlardır: İmam Bakır (a.s)’ın annesi olan Fatıma[38], amcaları İmam Hüseyin (a.s)’ın yanında şahadete erişen Kasım, Abdullah ve Amr.[39]
____________

Kaynakça
[1] – Kafi, c.1, s.461.
[2] – İrşad, c.2, s.5.
[3] – Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c.3, s.192.
[4] – Tarih-i Ehl’ul-Beyt, s.74.
[5] – Kamil, c.2, s.443.
[6] – Müruc’uz- Zeheb, c.3, s.4.
[7] – Fusul’ul-Muhimme, s.161.
[8] – Kamil, c.2, s.445.
[9]- Şerh-i Nehc’ül-Belağa, İbn-i Ebi’l- Hadid, c.16, s.38-41. Müruc’uz- Zeheb, c.3, s.9.
[10] – Vefeyat’ul-A’yan, c.2, s.66.
[11] – İlel’uş- Şerayi, s.212. Tezkiret’ul-Havas, s.206.
[12] – İrşad-ı Mufid, c.2, s.14. Fusul’ul-Muhimme, s.163.
[13] – a.g.e.
[14] – a.g.e.
[15] – Ensab’ul-Eşraf, c.3, s.42.
[16]- Tuhaf’ul-Ukul, s.635, İmam Bakır’ın Ahvel’e Öğütleri bölümünde.
[17] – İlel’uş- Şerayi, c.1, s.221.
[18] – Tarih-i Taberi, c.4, s.126.
[19] – Şerh-i Nehc’ül-Belağa-i İbn-i Ebi’l-Hadid, c.16, s.15.
[20] – a.g.e. c.16, s.10.
[21] – a.g.e. c.16, s.11.
[22] – a.g.e. c.16, s.49.
[23] – Kifayet’ul-Eser, s.226.
[24] – Kafi, c.1, s.461.
[25] – Kafi, c.1, s.302.
[26] – İlel’uş- Şerayi, c.1, s.225. Avalim, c.16, s.287.
[27] – Tezkiret’ul-Havass, s.213.
[28] – El-İsabe, c.1, s.331.
[29] – Tezkiret’ul-Havass, 213.
[30] – Menakıb, c.4, s.44.
[31] – İrşad, c.2, s.17 ve 19.
[32] – Avalim, c.16, s.277.
[33] – Menakıb, c.3, s.191.
[34] – Kafi, c.1, s.461. Kifayet’ul-Eser, s.229.
[35] – Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c.3, s.192.
[36] – İrşad, c.2, s.20.
[37] – İ’lam’ul-Vera, s.212.
[38] – Fusul’ul-Muhimme, s.116.
[39] – İrşad, c.2, s.26

Hz.Fatıma(r.a) Hayatı



Hz Fatıma (a.s), Hz. Resulullah (s.a.a)’in Hz. Hatice’den doğan kızıdır. Resulullah (s.a.a)’in davete başlamasının beşinci yılı, Cemadiy’ul- Ahir ayının 20. Cuma günü doğmuşlardır.
Manen mütevatir sayılabilecek hadisler gereğince Resulullah (s.a.a); “Kim Fatıma’yı razı ederse beni razı etmiş, beni zarı eden de Allah’ı razı etmiştir. Kim Fatıma’yı gazaplandırırsa, beni gazaplandırmış, beni gazaplandıran da Allah’ı gazaplandırmıştır. diye buyurmuştur.
Bu hadis-i şerif bile Hz. Fatıma (a.s)’ın günahlardan masum olduğunu göstermekte ve Hz. Fatıma’nın rıza ve gazabının hüccet olduğunu ispatlamaktadır. Hz. Peygamber (s.a.a) Hz. Fatıma’ya olan sevgisi vasfedilmeyecek derecedeydi. Resulullah (s.a.a); “Fatıma benim bir parçamdır.” diye buyurduğu, yola çıktığında Hz. Fatıma’nın evine uğradığı ve döndüğünde de ilk uğradığı yerin O’nun evi olduğu nakledilmiştir.
“Gerçekten Allah, siz Ehl-i Beyt’i her türlü ricsten (günah ve kötülüklerden) temizlemeği irade etmiştir” ayet-i kerimesi nazil olduğunda, Hz. Resulullah’ın Ümm-ü Seleme’nin evinde Hz. Ali’yi, Hz. Fatıma’yı, Hz. Hasan’ı ve Hz. Hüseyn’i kendi abası altına toplayarak; “Allah’ım, şahit ol ki bunlar benim Ehl-i Beyt’imdir” buyurduğu ve bunun üzerine Ümm-ü Seleme’nin de; “Ben de Ehl-i Beyt’ten miyim?” diye sorduğunu ve Hz Resulullah (s.a.a)’in; “Senin de makamın yücedir, ama Ehl-i Beyt’ten değilsin” buyurduğu müşterek hadislerce nakledilmiştir.
Hz. Fatıma (a.s), Hz. Ali’nin eşidir. Resulullah (s.a.a); “Ali olmasaydı Fatıma’ya eş bulunmazdı.”diye buyurmuştur. Hz. Ali’nin savaş meydanlarındaki cihadına en büyük yardımcı Hz. Fatıma idi. Hz. Fatıma (a.s) eşinin evde bulunduğu ve bulunmadığı dönemlerde evi en güzel şekilde idare eder ve eşinin rızasını kazanırdı. Hz. Fatıma (a.s), Hz. Hasan ve Hz. Hüseyn gibi İmamların annesidir. Cennetin gençlerinin efendileri olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyn’nin bütün güzel hasletleri, annelerinin sahip olduğu ahlaki erdemleri yansıtan bir ayna olarak görülmelidir.
Hz. Fatıma (a.s)’ın züht ve ibadetine gelince, bir çok geceleri ibadetle geçirdiği nakledilir. Her namazdan sonra okunması sünnet olan Fatımat’üz-Zehra’ya Resulullah tarafından bir hediye olarak öğretilen Fatımat’üz-Zehra Tesbihatı (34 defa Allah-u Ekber,33 defa Elhamdulillah, 33 defa Sübhanallah ) O Hazretin ibadetteki yüce makamına bir işarettir.
Hz. Fatıma’nın mübarek ömrü 18 sene gibi çok kısa bir süre olmasına rağmen ilimdeki makamı o dereceye varmıştır ki Kur’an’nın tefsiriyle ilgili buyurukları Hz. Ali (a.s) tarafından kaleme alınmış, bu yolla meydana gelen kitap Ehl-i Beyt İmamlarının ilmi kaynaklarından biri olmuştur. Böylece o Hazret sonradan gelen İmamlar için bir muallime sayılmalıdır.
Hz.Fatıma (a.s) Resulullah (s.a.a)’ten sonra çok kısa bir süre yaşamıştır. Bu süre bazı nakillere göre, altı ay bazısına göre de 95 veya 100 gündür.
Hz. Fatıma (a.s) Medine’de vefat etti ve vasiyeti üzerine geceleyin gizlice defnedildi; bu yüzden o Hazretin kabrinin yeri şimdiye kadar gizli kalmıştır.

Allahın Aslanı Hz.Ali(r.a) Doğumu



• Ebû Hamza Sümâlî’den şöyle nakledilmiştir: İmâm Zeynü’l-Âbidin’in (a.s) şöyle buyurduğunu duydum: “Fâtıma bint-i Esed (r.a), tavaf hâlinde olduğu bir sırada doğum sancısı tuttu. ArdındanKâbe’nin içerisine girerek Hz. Emirü’l-Müminin’i (a.s) orada dünyaya getirdi.“[1]
• Attâb b. Üseyd’in şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Hz. Emirü’l-Müminin Ali b. Ebî Tâlib (a.s),bi’setten on iki yıl önce, Recep ayının on üçüncü gecesi, Cuma günü, Mekke’de Beytullah’il-Harâm’da dünyaya geldi. Resulullah (s.a.a) o sırada 28 yaşındaydı.”[2]
•" Hz. Ali (a.s) Fil yılından 30 yıl geçtiği bir sırada Allah’ın halis ayı Receb’in on üçünde, Mekke’de Beytullah’il-Harâm’ın (Kâbe’nin) içinde dünyaya geldi. Beytullah’il-Harâm’da ne ondan önce ne de sonra başka hiçbir kimse dünyaya gelmemiştir. Allah-u Teâlâ onu yüceltmek, rütbesini yükseltmek ve kerametini açığa vurmak için bu fazileti sadece ona has kılmıştır.”[3]
• Yine şöyle rivâyet edilmiştir: “Resulullah’ın (s.a.a) vasîsi ve onun halifesi olan, adil İmâm, mürşid olan seyyid, en büyük sıddık, vasîlerin efendisi ve muvahhidlerin İmâmı, Ebû’l-Hasan Emirü’l-Müminin Ali b. Ebî Tâlib b. Abdi’l-Muttalib b. Hâşim b. Abd-i Menâf (a.s), Mekke’de Beytu’l-Harâm’ın içinde, Fil yılından 30 yıl sonra, Recep ayının 13. gecesinde, Cuma günü dünyaya geldi.Annesi Fâtıma bint-i Esed b. Hâşim b. Abd-i Menâf’dır. O (Hz. Ali) Hâşimîlerden ilk iman eden kimsedir.”[4]
—————-
[1]- Ravzatü’l-Vâizin, c.1, s.81.
[2]- Bihârü’l-Envâr, c.35, s.7.
[3]- Keşfü’l-Ğumme, c.1, s.59, İrşâdü’l-Kulûb, s.211, İ’lâmü’l-Verâ, s.159, Keşfü’l-Yakîn, s.17 (cüz’î farkla); Emirü’l-Müminin Ali (as)’ın Kâbe’de dünyaya geldiği ile ilgili nakilleri bir çok muteber Sünnî kaynakta da bulmak mümkündür. Biz sadece bir kaçına değinmekle yetiniyoruz: Müstedrekü’s-Sahihayn (Hakim Nişabûrî), c.3, s.483; Nuru’l-Ebsâr (Şeblencî), s.76; el-Fusûlu’l-Mühimme, (İbn Sabbâğ Malikî), s.12; Kifayet-ut Tâlib (Gencî Şafiî), s.406; Usdu’l-Gâbe (İbn Abdurab-bih), c.4, s.31; es-Sîretu’l-Halebiyye, c.1, s.139; Tezkiretu’l-Havass, s.10; Menakıb-u Ali b. Ebî Talib (İbn Meğazilî), s.7.
[4]- Ravzatü’l-Vâizin, c.1, s.76; El-İrşâd, Şeyh Müfid, s.9 (az bir farkla)
—————–
Ali Rıza Sabirî’nin “1001 Hadis Işığında İmam Ali” kitabından alıntıdır.
Sayfa: 21

Ehl-i beyt nedir?



Ehl-i beyt, bir İslam dini terimi. İslam dininin son peygamberi Muhammed'in ev ahalisi ve akrabalarını, kısacası ailesini tanımlamak için kullanılırehlibeyt

Tüm yeryüzü ve tüm mahlukat onun yüzü-suyu hürmetine var olmuştur elbet, ondan daha şereflisi, daha yücesi ayak basmamıştır kainata! O ki, baş tacımız; O ki, Efendimiz; O ki Hazreti Muhammed Mustafa’dır tabiki! Bu dünyadaki tüm çabamız, tüm yaşantımız ona layık olmaya yönelik olmadır. Aksi durumda geçen tüm zamanımız ve her saniyemiz zararımızadır kuşkusuz! Madem ona layık olmak için yaşamalıyız, o zaman onun yolundan yürümeli ve onun işaret ettiği gibi davranış ve sözlerimize yön vermeliyiz!
Hazreti Peygamber’in neredeyse yeryüzündeki tüm olay ve olgularla alakalı mutlaka bize öğüt mahiyetinde olan hadis-i şerifleri vardır. Bu hadislerle bize emrettiği en önemli konulardan biride “Ehl-i beyt”tir. Ehl-i beyt kısaca Efendimiz ve şerefli ailesi demektir.

Ehl-i beyt kimdir?

Ehl-i beyt, Hz. Rasulullah (s.a.v) Efendimizin ailesi ve evlatlarıdır. Mü’minlerin anneleri, Hz. Fatıma, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.anhüm), Ehl-i beyt şerefli ferdleridir.( Razi, Tefsir-i Kebir, XXV, 181) Rasulullah (s.a.v) Efendimizin şerefli nesebi Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin vasıtasıyla devam ettiği için, onların kıyamete kadar gelecek olan evlatları da Ehl-i beyt’in birer parçasıdır Onları sevmek her mü’minin vazifesidir. Bu sevgi çok şerefli ve gereklidir. Kalbinde azıcık Ehl-i beyt sevgisi bulunmayan kimse, Hz. Rasulullah’ın sevgisinde yalancıdır.

Sözlükte "Ehl-i beyt" ne demek?

Hz. muhammet'in kızı, damadı ve torunlarını içine alan ailesine verilen ad.